9 Ağustos 2012 Perşembe

BİR KÖTÜ İKİ İYİ


Yetmiş daireli Denizkent, Piraziz’in ilk sitelerinden biridir. Bahçe dizaynı ile ünlüdür. Asansör ve kalorifer yönüyle de önceliklidir. Son zamanlarda yangın merdiveni de yapılarak çağa ayak uydurabilmeyi bilmiştir. Aynı zamanda dış cephe düzenlemesi yapılarak görüntü güzelliği sağlanmıştır.
Bu olumlu tablo, aslında bu sitede oturan insanların dışavurumudur. Genel kurul toplantıları demokratik ortamlarda yapılır ve alınan kararlar yıl içerisinde uygulanır. En dikkat çeken özellik ise kadınların genel kurul toplantılarına yüksek oranda katılmaları ve kararların alınmasında pay sahibi olmalarıdır.
Gerek lokalinde, gerekse bahçesindeki kamelyalarda yapılan hoş sohbetler konu zenginliği yönünden ilgi çekicidir. Esnafından memuruna, şoföründen Hollandalısına kadar farklı kesimlerden oturanların olması bu zenginliği yaratan en önemli faktördür.
Bu sohbetler sırasında tanık olduğum örnek olaylardan söz etmek istiyorum.
Önce kötü olaydan başlayayım: Konumuz fındık toplanmasıyla ilgili.
Halen din hizmetlerinde görevli bir kamu görevlimizin aktardığına göre kendisine göre çok daha küçük bahçesi bulunan bir komşusu, başkaca işi gücü olmadığı halde fındığını Güneydoğudan gelenlere toplatır. Toplanan fındık, “amele” parasına yetmeyince başkalarından borç alarak "işçi" parasını öder.
İyi örneklerden biri aynı kamu görevlimizle ilgili. Fındık öncesi kendisi için ayırdığı zamanın bir bölümünü gübreleme, ilaçlama ve bahçeleme yaparak geçirir. İlgilenmediği dönemlerde içine girmeyi istemediği bahçesi, şimdi kendisi ve çocukları için bir piknik yeri gibidir. Başka zaman ayakları geri geri giderken bahçe temizliği yapıldıktan sonra sürekli gitme arzusu yaratmıştır. Bu durum, fındığı toplamaya da olumlu etki yapmış ve biraz gecikmeli de olsa hiç ücret ödemeden harmana getirebilmiştir. Amele için ödeyeceği parayı çocuklarına harcamış, bu durum onların gelecek senelerde de fındık toplaması için motive edici olmuştur.
Diğer örnek Rifat Kellecioğlu’na ait. Esnaflıkla uğraştığı için fındığını başkalarına toplatmak zorundadır. Yakın çevresinden işçi bulamayınca Güneydoğudan gelenlerle toplamaya çalışmış, ancak fındığın f’sini bile bilmeyen bu insanların bahçedeki hal ve tavırları ile moral değerleri bozulmuştur. Ertesi yıl Gürcistan’dan gelenlerle aynı senaryo yeniden yaşanmıştır. Bu durumda bir muhakeme yaparak fındığını ailesiyle birlikte toplamış ve maddi yönden de kazancı olmuştur. Yabancı işçilerin acemilikleri ve kaprisleri karşısında morali de bozulmamış ve kendisini manevi açıdan daha iyi hissetmiştir.
Bize, “Demek ki oluyormuş” dedirten ve örnek olan hemşerilerimize teşekkür ediyoruz.
Günümüzde fındık bahçeleri mirasla ya da artan nüfusla çekirdek ailelerin ilgilenebileceği kadar küçülmüştür. Yabancı ülkelerde yeri yurdu olmayanlar yüklüce para ödeyerek hobi bahçeleri kiralarlarken biz neden kendi bahçelerimizi hobi bahçesi gibi kullanmayalım?

5 Ağustos 2012 Pazar

YEŞİL MAVİ KUCAKLAŞMASI

Tüm Karadeniz sahilinde olduğu gibi Piraziz’de de yeşil ile mavi adeta birbiriyle kucaklaşmış ve Yüce Tanrı’nın bahşettiği bu iki güzel rengin tonlarıyla muhteşem bir panorama yaratılmıştır.
Mavi, hep denizdir. Ancak yeşil farklıdır. Fındık ve çay yeşilleri başlıcalarıdır.
Piraziz’de fındık yeşili vardır.
O gün Dursun Çatal ifade etti: “Üç beş fındık ocağı bahçelenip dip temizliği yapıldığında insanın piknik yapacağı geliyor.”
Sahi, biz bu kadar yeşillik içinde piknik duygusunu yaşıyor muyduk?
Birkaç gün önce de Köksal Aydın söylemişti: “Bu deniz burada duruyor. İnsanlarımız romatizmadan ‘belim ağrıyor, bacaklarım tutmuyor’ diye yakınmaktan geri kalmıyor.”
Sahi bir yaz sezonunda kaç defa denize giriyorduk?
Ya da kaç senedir ayağımızı denize sokmadık?
Kuşkusuz denize girmek ya da piknik yapmak kişilerin arzularına göre değişir. Sürekli deniz kenarında yaşamak, denize girme özlemi yaratmayabilir. Ya da sürekli yeşilin içinde yaşamak, bir kahvaltının ya da bir aile yemeğinin fındık bahçesinde yenmesini cazip kılmayabilir.
Ancak Tanrı’nın lütufları yanıbaşımızda dururken şuram buram ağrıyor diye şikâyette bulunulması biraz lüks görünmektedir. Balıklar; hareketli, kıvrak ve diri halleriyle insanlara da sıfat oluşturmuştur. Vücudu düzgün olanlara “Balık gibi adam” denilmiştir.
Oysa çevremize baktığımızda denize sıkça girerek vücudu balık gibi olan çok az insan görürüz ve onlar da şuram buram ağrıyor diye yakınmazlar.
Son zamanlarda artan nüfus nedeniyle ve mirastan dolayı bölündüğü için fındık bahçeleri küçülmeye başladı. Eğer her aile, hizmeti on iki aya yayabilirse başkaca işçi ücreti ödemeden fındık bahçelerini toplayacak duruma geldi.
Ne var ki Karadeniz kadınının ağır çalışma koşullarına, erkeğinin ayak uyduramaması, aile içi işgücünde kayıplara yol açmaktadır. Oysa aynı Karadeniz erkeği gurbette, çalışkanlığı ve becerisiyle çok da başarılı işlere imza atabilmektedir.
Öte yandan dönüm başına ödenen para da insanları fındık bahçelerinden uzaklaştırmada olumsuz rol oynamıştır.
Başka nedenler de sayılabilir. Ancak bir gerçek vardır. Fındık bahçelerimiz gerektiği kadar bakımlı değildir. Çoğu kere “Burası yılanlık olmuş” gibi yakıştırmalar yapılmaktadır. Dursun Çatal’ın dediği gibi oraları piknik alanıymış gibi özenilesi yerler yapmak bizim elimizdedir. Hem de toprakla uğraşmak, sağlıklı olmanın temel şartlarındandır.
Batı ülkelerinde hiç bağı bahçesi olmayan insanların yüklüce kira bedeli ödeyerek hobi bahçeleri oluşturduğunu ve bu bahçelerde doğa ile iç içe yaşayarak ömürlerini artırdıklarını duymaktayız.
Yine denizi olmayan insanların yaz mevsiminde bir tatil beldesine gidip otel ya da kamp yerlerine yüklüce bir meblağ ödeyerek deniz özlemini giderdiklerini bilmekteyiz.
Biz para ödemiyoruz diye mi bahçelerimize ve denizimize girmiyoruz?
Ya da başka bir ifadeyle, yeşilimize ve mavimize girmek için ille de para mı ödememiz gerekir?
Bunu tekrar düşünmemiz lazım…