1967
yılında Piraziz ortaokuluna başladığımda öğretmenimdi. Çocukluk yıllarımın yol
göstericisiydi. Köy enstitüsü geleneği ile Atatürk Türkiye’sine öğrenci
yetiştirme düsturu ile donatılıydı.
Tam 48 yıl
sonra bir kahve önü sohbette yeniden bir araya geldik.
Bana 1947
yılında Bulancak ve Piraziz’den 30 öğrenci olarak Beşikdüzü Köy Enstitüsü
sınavlarına katıldığını, Ahmet Aydemir, Enver Kaya, Bekir Turan, Mirza Keküllü
ile birlikte o yıl eğitime başladıklarını anlattı.
Ona göre Beşikdüzü
Köy Enstitüsü, önceki yıllarda da Şeyhli köyü merkezli olarak Mithat Uyanık,
Hüseyin Başoğlu, Mustafa Aydemir, Osman Turan gibi değerleri de Piraziz’e
kazandırmıştı.
Beş yıllık
eğitim sonrasında mezun oldu ve 1952’de Aydere köyüne atandı. Bir süre kendi
köyü olan Kılıçlı’da öğretmenlik yaptıktan sonra oğlu Güngör Çalış ortaokula
başlayacağı için Şeyhli köyüne tayin istedi. Piraziz ortaokulu Şeyhli’deydi ve
bizim onunla tanışıklığımız o dönemde başladı.
Zaten
Şeyhli bir eğitim abidesiydi. Şeyhli’nin ilkokul ile tanışıklığı 1911’lere
dayanıyordu. Arap harfleri ile eğitim yapılmıştı. Tekkeyanı adı verilen yerdeki
ahşap ilkokulda kendisi de 1956 yılında bir yıl öğretmenlik yapmıştı.
Piraziz’le sembolleşen Esamet Yavuz ve de Mithat Uyanık onun çalışma arkadaşları
olmuştu.
Sohbetimiz
sırasında köy enstitüsü farkını öğretmenimin ağzından bir kez daha dinleme
fırsatı buldum.
Günde sekiz
saat dersin dördü atölyelerde geçiyordu. Atölye dersleri uygulamalıydı ve tulum
giyiliyordu.
Deneysiz
fizik ve kimya dersi yoktu. Hidrojen ile oksijenin ayrıştırıldığını öğretmen
laboratuarda deneyle gösteriyordu. Sulu piller yapılıyor ve küçücük ampuller
ışıkla tanıştırılıyordu.
Kimya
dersinde deney tüpü patladığı için öğretmeninin başının kanadığını
unutamıyordu.
Anahtar,
kilit, keser ya da aynanın nasıl yapıldığını öğreniyorlardı. Odundan kalem yapıyorlardı.
Tarım
ürünlerini uygulamalı olarak yetiştiriyorlardı.
Öğretmen
olduklarında sınıfları için hazırlayacakları mevsim ve çağ şeritlerini okul
sıralarında öğreniyorlardı.
Dağ, ova,
vadi, koy, körfez gibi coğrafya şekillerini bizzat arazide tanıyorlardı.
İlginç anekdotlar
da anlatmıştı:
“Coğrafya dersini harita ile yapıyorduk. Arkadaşlardan
biri duvara asılan haritada ırmağın aşağı doğru aktığını söylüyordu. Öğretmen
haritayı masaya koydu ve aynı öğrenciye ‘Şimdi nereye akıyor’ diye sordu.
Öğrencinin cevabı ilginçti: ‘Öyle de akar, böyle de akar.’
Ayhan Çalış
öğretmenim 68 yıl öncesini anlatıyordu. Yüzündeki gülücüklerin o yılların bir
yansıması olabildiğini görebiliyordum.
Bir
öğretmeninin anlatısından aktardığı Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” adlı eserdeki
yoğurdun kapkara rengi onun gülümsemesine neden olmuştu. Bu kitapta tarla
yerinde yenilen yoğurdun renginin saman tozları ile nasıl değiştiğine yer
verilmişti.
Öğretmenimin
samimi sohbetinden etkilenerek Ankara’ya döner dönmez “Bizim Köy” kitabını buldum
ve 1940’lı yıllara ait onlarca köy hikâyesi okudum.
48 yıl önce
beni okutmuştu.
Ve hâlâ
okutuyordu.
İşte köy
enstitülerinin farkı buydu.
O, benim
Yüce Yaradan’dan uzun ve sağlıklı ömürler dilediğim yumuşak tebessümlü Ayhan
Çalış öğretmenimdi.
Zonguldak
ve Görele’de de görev yaptıktan sonra 1981 yılında Piraziz’de emekli oldu.
Onda buram buram köy enstitülüğü ruhu vardı ve ben onun ışığını aldığım için mutluydum. (EÖ-2015)
Onda buram buram köy enstitülüğü ruhu vardı ve ben onun ışığını aldığım için mutluydum. (EÖ-2015)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder